25 Ekim 2009 Pazar

blogcular çeşit çeşit

boş zamanım olursa izleme listemde olmayan değişik bloglara bakıyorum, bazen yorum filan yazıyorum. genelde anlatılan fikre katıldıysam, bi şeyleri beğendiysem ya da şaşırdıysam, hayrete düştüysem filan düşüncemi belirtmek ve yazarına o yazısının etkili olduğunu, beni harekete geçirdiğini belirtmek istiyorum. eğer bana çok ters bi yazıysa tepki verme zahmetine katlanmıyorum bile.
işte böyle yazdığım bir yorum neredeyse 1000 e yakın izleyeni olan blog sahibesini sanırım rahatsız etti. şaşkınlığımı ve anlattığı şeyin bana göre imkansız olduğunu anlatmaya çalışmıştım yorumda. şaşkınlık belirtmek için kullandığım ünlemi nasıl yorumladıysa artık sevimsiz ve aşağılayıcı bi yorum yazarak cevapladı beni. bunun ardından son derece kibar olduğunu düşündüğüm bir dille yazdığımı yanlış yorumladığını ve yazdığının kırıcı olduğunu anlatan yorum yazdım. aradan 2 hafta geçmesine rağmen o yorumumu yayınlamadı.
buna ne denir bilmiyorum. ayıp denir belki?

baykuşlar bastı heryeri


başlıktaki adreste bebiş entarisi gördüm baaykuşlu. hoşuma gitti. moda bloguna benzeme pahasına koyuyorum buraya.

22 Ekim 2009 Perşembe

sabır, cesaret, destek

evet alt yapı sabır, cesaret ve destek istermiş efenim. doğrudur. isteyebilir. sizde cesaret olabilir ama bende sabır kalmayınca ne önereceksiniz, sizi desteklemezsem ne b.k yiyeceksiniz?
aynı anda çalışma yapılan bi sürü yol var kentimde. yüzyılın alt yapı projesi olduğuna gerçekten inanmaya başladım: yani 100 yıl sürecekmiş gibi gelmeye başladı artık. bi yere gitmek için yola çıkıyosunuz kendinizi hedeflediğiniz noktadan bambaşka yerlerde buluyosunuz. okula gitmek için sabah kullandığım yoldan akşam eve dönemiyorum. çünkü akşama kapanmış oluyor. sanki oyun oynuyoruz: sürekli yeni süprizler yaparak hayatı otomatiğe almanızı engelliyorlar. aynı gün içinde kapalı olan yol açılıyor açık olan yol kapanıyor. ha tabi bi de açılan yolların toz toprak hali, adam gibi kapanmayan çukurlar filan çeşni katıyor yol maceranıza.
bugün girdiğim kaç sokağın sonuna yaklaşınca girilmez işaretini görüp geri dönmek zorunda kaldım. sokağın başına uyarı filan da koymuyorlar ki iyice çileden çıkasın. sanki labirentin içinde dolaşıp duran zavallı eloiscik gibi hissetttim kendimi. 8-10 dk lık yolu en az yarım saatte alabildim. sabrım kalmadı gerçekten. (bi de sabır taşıyım diye o kadar övdüm kendimi di mi? ben isyan ettiysem gerisiniz siz düşünün!)

21 Ekim 2009 Çarşamba

beklemek bizim yaşamımız

böyle bi heyecan, bi gerginlik içindeyiz. efenim beyimizin önemli bi günü yarın. öööle bekliyoruz işte.

20 Ekim 2009 Salı

blog alemlerinde paslaşma

bu blogda beni yalnız bırakmayan sevgili arkadaşım afet-i devran dan yeni bir pas geldi . 5 soru var cevaplamam gereken. buyrunuz efeem:

1- En sevdiğiniz 3 çiçek ismi
hanımeli, karanfil, nergis (misss kokuyolar, sevmeyen mi var?)

2- Gerçekleşmeyi istediğiniz 3 hayaliniz
bi kaç yıl çekirdek ailemle buralardan uzaklaşmak (ama çok uzaklaşmak)
yan flütü konser verecek kadar iyi çalabilmek (harbi hayal bu, som hayal yani)
oğluşumu sanattan, spordan, yaşamdan anlayan, kendiyle barışık, derin ama mutlu bir insan olarak yetiştirebilmek (bu hayal kalmamalı)

3- En sevdiğiniz ve sevmediğiniz 3 huyunuz
sevdiklerim: tam bir sabır taşıyım, güleryüzlüyüm, her bozgundan sonra küllerimden yeniden doğmayı becerebiliyorum.
sevmediklerim: oburluğum, tez canlılığım, zaman zaman gereksiz hoşgörülü olmam (bu hareket ilkesizlik olarak algılanıp kötüye kullanılmak isteniyor. o zaman kalp kırılıyor işte).

4- Gıcık olduğunuz 3 hareket
iki yüzlü, bencil, merhametsiz her türlü harekete gıcığım.


5-Bu benim bugüne kadar olan en kara günümdü. Dünya başıma yıkıldı ve bir daha ayağa kalkamam diye düşündüğünüz olay...
var böyle günler ama yazmak istemiyorum. hatırlamak bile içimi daraltıyor. ama bitti onlar. geçmişte kalması gereken şeyler hepsi.

efenim bu mimi izleyicilerim: öküz,
jewel, dwarfwaves, ve pink princess' e paslıyorum.
nice paslaşmalara :)

17 Ekim 2009 Cumartesi

I'M NOBODY! WHO ARE YOU?


I'm nobody! Who are you?
Are you nobody, too?
Then there's a pair of us — don't tell!
They'd banish us, you know.

How dreary to be somebody!
How public, like a frog
To tell your name the livelong day
To an admiring bog!

Emily Dickinson


şiir gücü az kelimeyle _ve hatta sizin her gün her türlü kirli işlerinizde kullandığınız kelimelerle üstelik_ çok şey anlatabilmesi, yüreğe dokunabilmesi. helal olsun yazanlara.

kıskanma mı gıpta etme mi?

Amélie Poulain yeni bi tema bulmuş, çok beğendim gerçekten. ben de aynısını buraya koydum.

16 Ekim 2009 Cuma

krep

krep olayında kendimi geliştirme azmindeyim. dün akşam üzeri yine denedim bu kez sıvılardan katılara doğru bir karışımla (ben adamı anlaşılmaz türkçe'mle döverim beaaaaa). fena olmadı. oğluşuma güzel güzel mam-malar hazırlama yolunda ilerliyorum.

15 Ekim 2009 Perşembe

ben sana nokta nokta olmazsın demedim adam olmazsın dedim.

oooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff. bu o lar f ler sağa sola bakarken klayveye rasgele basılarak elde edilmiş ve yahut hızlıca iki harfe basılarak zırt diye yazılmış sanılmasın. herbirine canımın sıkıntısını nakış nakış dokudum özenle. öylesine yazılmış harfler değil özenle içimden fışkıran çığlıklarının sembole dönüştürülmüş halidir onlar. hani ressam değilim resim yapayım, şair değilim şiir yazayım modunda biçare şekilde can sıkıntımı ifade etmeye bulduğum yoldur.
insanlık dağıtılırken kıçındaki pireleri uçura uçura uyuyan, merhamet duygusunun ancak izlediği filmlerde ve okuduğu kitaplarda olabileceğini sanan_üstelik memleketin ortalama insanından daha fazla kitap okuyup, daha fazla film izlemiş ve zeka ortamasınında üstünde bi pırıltıya sahip-, sevgi denen duygunun sadece bir iki kişiye karşı hissedilebileceğini (onlara duyulan sevginin de çoğu kez belli koşullara bağlanması gerektiği düşüncesini benimsemiş), yaşamını "nefret" ve "öfke" temeli üstüne kurmuş, öfke ve nefret temelli bi bakış açısıyla her daim huzursuz ve mutsuz olan ve etrafındakileri de huzursuz ve mutsuz eden, hoşgörüsüz, bencil, kendisine hoşgörü gösterildikçe karşısındakinin ilkesiz ya da aptal olduğunu düşünecek kadar ahmak, dünyanın sadece kendileri için yaratıldığını düşünecek kadar zavallı insan--lar... umarım üstümde yarattığın/ız sıkıntıyı anlayacak ve bundan utanıp yerin dibine gidecek kadar duyarlı olabilirsin/iz yakında. isteği kahrolman/ız, üzüntüden gebermen/iz filan değil, insan olman/ız sadece.
bi daha offfff offffffffffffffffffffffffffff insan arıyorum. gerçek insan; dürüst, cömert, iyi, mert, kibar, sözünün eri, sevgi dolu, hoşgörülü, güler yüzlü, içten, içi dışı bir, merhametli.

çok şey mi istiyorum?

olmalı mı olmamalı mı?

sitirese girdim blog of. bugün ayın 15i. ayın 28inde sonuçlanacak bi iş var. bakalım nasıl olacak sonu. olsa mı iyi olmasa mı bilemedim. böyle bi gerginlik, bi tırsmalar, bi bişeyler...

13 Ekim 2009 Salı

hepimiz birer arıza değil miyiz?

net olarak bildiğim bi şey var. arızalı tipleri okumaktan zevk alıyorum. hamdi koç bu kitabında da son derece başarılı bi şekilde anlatmış bu tipleri. eski kocası da gerçekten arızaydı bence, ayrıca murat'ın eski karısı da, çalışanı hasan da.
yazarın tarzını seviyorum; yarattığı tipleri, bu tiplerin süpriz hareketlerini ve bu tiplerin hayata bakışlarını, akıl yürütme biçimlerini, saplantılarını anlatışını.
eline sağlık. her ne kadar hala yazdığı en iyi kitabın iyi dilekler ülkesi olduğunu düşünsem de son kitabını okurken de oldukça keyif aldım.

11 Ekim 2009 Pazar

görmemiş bi krep yapmış, tutmuş tarifini bloga koymuş

dün sabah krep yaptım. bu sefer fena olmadı. aldığım tarifi biraz değiştirip aşağıdaki malzemeleri kullandım. tarifi bulduğum yer önce unla yumurtayı karıştırın diye anlatmış. ama önce sıvı malzemeleri karıştırmak daha iyi olur sanırım. bi daha ki sefer sıvıları önce karıştırıp sonra unu azar azar yedirme şeklinde denemeli. bu ölçülerle gayet kıvamında ve havada çevrilebilir bi karışım elde edilebiliyor tavsiye ederim.

malzeme:
2 bardak un
3 bardak süt
1 yumurta
biraz tereyağı
3 yemek kaşığı sıvı yağ
1 tatlı kaşığı toz şeker
1 çay kaşığı tuz
bi pinçik kabartma tozu

bu arada bu yazıyı yazmaya utandım biraz. koskoca çoluk çocuk sahibi kadın kalkmış uyduruk bi krep tarifi vermiş gibi oldu ama ne yapiym: hıdır elimden gelen budur. portakallı ördek pişirmeyi biliyo olsam inanın onu vermeyi tercih ederdim (verdiğim örneğin bile portakallı ördek klişesini geçememesi sanırım bu konudaki becerilerimi ortaya koyuyo).
yiyelim, semirelim, bu dünya kimseye kalmaz diyor tombiş göbişinden öpüyorum blog.

9 Ekim 2009 Cuma

arabanıza çarptım çok özür dilerim :(

arabanıza çarpan kişiden isteyeceklerinizin sınırı nerede başlar nerede biter? bir özür neleri karşılar?
salı akşam üzeri okuldan eve doğru gitmekteyken arabanın önünde bi kağıt gördüm. reklam filan sanıp sallamadım. evin önüne park ettikten sonra aliym da atiym şu kağıdı diye bakınca kağıdın reklam olmadığını ve şu notu içerdiğini gördüm:
"Arabanızdaki hasar için lütfen ön güvenliği arayınız. Tel: ....." Bi tel numarası filan da yok. tel yazıp boş bırakmışlar. biri şaka filan yapıyo sandım önce ama arabanın arkasına bakınca birinin şaka değil kaka yaptığını anladım tabi. mücrim beyaz arabasıyla arkadan çarpıp kaportaya beyaz ve tampona siyah bir hasar vermiş.
neyse uzatmayayım kabahatli şahıs kendisiyle bir süre aynı odayı paylaştığım arkadaşım çıktı sonradan. otoparkta arkasına bile bakmadan geri geri gelip arkadan toslamış. telefonda çok çok özür dileyip her türlü hasarı karşılamaya hazır olduğunu belirtti normal bir insan olarak. kaskosuz arabasının trafik sigortasından ödenmek üzere anlaştık. kaza tutanağı tutuldu 8/8 suçlu arkadaşın trafik sigortası hasarı ödeyecek yani cebinden bizim düldüle verdiği hasardan dolayı 5 kuruş çıkmayacak. biz mağduruz o sebeple bizden de para çıkmaksızın arabamızın hasarı giderilecek, kaskomuzun hasarsızlık durumu da bozulmayacak. peki düldülü satmaya kalktığımızda ne olacak? kazalı araba olduğu, boya vs olduğu için fiyat epey oynayacak. buradaki kaybımızı kim ödeyecek? arabaya çarpan arkadaşın yaptığı gibi ben de çok çok özür dilesem kazasız arabayla aynı fiyata gidecek mi araba: hayır.
sadece bu konuda bir anıya daha sahip olmuş olacağız o kadar...

6 Ekim 2009 Salı

sapere aude!!!


gözünü sevdiğim entellektüel patronun (bu sözcüğü sevmem aslında ama burda isim ya da gerçek ünvan vermeyi çeşitli sebeplerden uygun bulmadığımdan patron demek durumunda kaldım) açılış konuşması vardı bugün. her konuşması gibi özenle hazırlanmış, gereksiz ayrıntılardan ve laf kalabalığından uzak ama ölçülü satır arası göndermeler içeren bir konuşmaydı yine.
başlıkta yer alan iki kelimeyi de ilk orada duydum. salona girişte herkesin eline sapere aude yazılı kağıtlar tutuşturuldu. "acaba nedir? nedir?" deyü oturdum yerime. ne olduğunu patron açıklayıverdi: MÖ yaşamış Horace*'ın (Roma imparatorluğu vatandaşı Venusia lı şair Quintus Horatius Flaccus) anca 1700lerde ünlü olabilmiş sözü: "bilmeye cesaret et, aklını kendin kullanmak cesaretini göster!"

çok şeyi düşündürdü patronum saolsun bu konuşmayla. allah başımızdan eksik etmesin, seviyoruz kendisini.

*horace deyince bizim losttaki horace ın adı da kesin bu şairden geliyodur, ben size diyim.

5 Ekim 2009 Pazartesi

korneyama kum doldurdum atmaya yürek gerek

cumartesi akşam gözlüğümün sapının kırılması hayatımı alt üst etti bi süre. sanki okuduğum kitabın arasına kitap ayracını koyup araverdiğim gibi hayata ara verdim biraz.
uzun uzun anlatmaya dermanım yok blog, oyyy... optik, göz doktoru vs uğraştım biraz. bu arada cem yılmaz'ın hokkabazda canlandırdığı karakter gibi gözleri çizdirip yeni bi hayata koşma arzum hep var olduğu için dr.a gitmişken bi kez daha şansımı deniyim dedim. tabi konunun evveliyatı var burada daha önce zikretmediğim: ay öf lafı uzatacak dermanım yok gerçekten ama başladık anlatmaya: daha evvel 2 farklı göz merkezinde korneamın ince olduğu belirlenmişti, bi daha şansımı deniyim bu göz hastanesinde dedim. hani olurda belki yanlış ölçmüşlerdir önceden ve yahut tıp dünyası yemeyip içmeyim korneası ince ama gönlü zengin insancıkları mutlu edecek ilerlemeler kaydetmiştir, hiç olmadı belki kalınlaşmıştır korneacım filan diye umdum. amma velakin avcumu yaladım. üstelik göz bebeklerimi büyüttürdüğümle kaldım, yarasalar gibi kaçacak karanlık delik aradım.
bu arada riskli işlere girdim biraz; son kullanma tarihi 2008 aralık olan iki sağ lensin birini sağ birini sol gözüme takarak (ki iki gözümün numarası arasında oldukça fark var) araba kullandım, sonra araba kullanmıyım diye alanı yaklaşık 5 kat büyümüş göz bebeklerimle öğle güneşinde bisiklete bindim, camlarının kaplaması bozulmuş nuh nebiden kalma eski gözlüklerimle bi kaç saat kitap okudum filan.
bu süreçte artık şunlardan iyice emin oldum. gözlüksüzken yani gözlerim ortamı tam olarak göremeyince, kulaklarım da duymuyo, kafam da çalışmıyo. yani tamamen bloke oluyorum. bu durumda eşref armağan'a bir kez daha şaşırıyorum.
bi de bu gibi acil durumlar için yedekte sağlam bir lens ve/veya gözlük bulundurmalıyım.

4 Ekim 2009 Pazar

eşref armağan

geç tanıdım, şaşırdım ve sevdim: