22 Mayıs 2009 Cuma

burdur yolcuları kalmasın.

burdur'a gidiyorum yarın sabahın ilk ışıklarıyla. gardner amcamı görmeye. gerçekten gelecek mi? çok emin değilim ama yollara düşücem yine de.

19 Mayıs 2009 Salı

what lies in the shadow of the statue?

her bölümün/sezonun sonunda olduğu gibi cevap verilen soru sayısı ortaya çıkan soru sayısından daha fazla oldu yine. bi sürü anlamadığım şey var, bazıları benim mallığımdan olabilir tabi ki ama yapımcıların en başından beri amacı da bu zaten. izlemeyenler okumasın diycem, blogu 1 kişi okuyo sadece, onun izlediğini biliyorum. sorularımı ifade etmem de bi sakınca yok demektir. bu soruları önce ekşi sözlükte yazacaktım orada hoş bi sinerji oluşabiliyor ama lost başlığı altında sayfalar dolusu entry var. baktım eskilerin hepsini okuyacak takatim yok. tekrara düşme kaygısıyla buraya karalayım dedim:

en temel sorum: iyi adam kim, yakup abi mi yoksa öbür abi mi? yakup'un zamanında gidip kahramanlarımıza dokunmuşluğu var. bi de kardeşim olsun(!) yakışıklı buldum kendisini. ordan bi kanım kaynadı açıkçası. hele kate'nin burnuna dokunup "be good katie" deyişini kıskanmadım desem yalan olur. (ama bu durum kate dengesizinde işe yaramış mı? ı-ıhhh. nitekim adaya bileklerinde kelepçelerle düştü. yakup amcasının lafı bi kulağından girmiş bi kulağından çıkmış anlaşılan.) neyse efenim bi taraftan yakup iyi adamdır gibi geliyo amma velakin son bölümün en başındaki yakup abiyle öbür abi (adını bilmiyorum, geçti mi farkında da değilim) arasında geçen diyalogu tekrar izleyince öbür abiyi daha samimi buldum. bi derdi var abinin. adaya gelmesinler yakıp yıkmasınlar istiyo ama yakup onu pek sallamayan serseri modunda. bi de yakup sayid’in biricik nadya’sının ölümüne sebep oldu ya. acayip kıl oldum o harekete. yani kanımca sanki yakup’un kötü adam olması daha olası. tabi iyi adam kötü adam varsa. sonra çıkıp her şey siyah beyaz mı kardeşim ikisinin de iyi tarafı da var kötü tarafı da diyebilirler. lost bu çünkü.

bu sezonda ortaya çıkan başka bir soru da sevgili daniel faraday kardeşimizin soyadı. öğrendik ki daniel penny'nin baba bir ana ayrı kardeşi ve hatta eniştesi de desmond brada. beş parmağın beşi bir değil demişler, yetiştirilme biçimleri çok farklı olduğundan penny ile dan arasında dağlar var. birinin piyano çalması bile yasak varsa yoksa bilim. diğerinin gençliğini bilmiyoruz ama sonunda çulsuz desmond brada ile birlikte denizlere yelken açıyor. neyse... merak ettiğim babanın soyadı widmore annenin soyadı hawking. daniel kardeşimizin soyadı niye faraday??? son sezonda çocukluğuna gidip bu soru cevaplanacak mı? yoksa yapımcılar "the island told us" diye geçiştirecekler mi? bi de anası, babası, tanımadığı kızkardeşi hatta desmond eniştesigil aksanlı konuşurken dan kardeşim nasıl oluyorda aksansız konuşuyor?

desmond brada ve penny'den bahsedince aklıma geldi. bu aşklarıyla bizi ağlatan çift aşklarının meyvesine çarli ismini vermişler. sanırım ilk kez benjamin penny'i öldürmeye gelince duyduk. babasıyla bir ilişkilerinin olmadığını ifade etti hatta orada penny. o zaman charles'in charlie'si değil bu charlie. demek ölümüne dakikalar kala avcuna "not penny's boat" yazan hobbit çarli'den dolayı bu ismi vermişler. (türk tv yıldızı maymun çarlinin adını verecek halleri yok heralde).
daha soru çok. kısa kısa yaziym:
loophole denen şey ne? neden öbür abi eline bıçak/tabanca/tüfek/taş alıp direk öldüremiyor yakup'u?
yakup'un kulübesindeki köpek resmi vincent mı?
çok merak ettiğim şeylerden biri miles'a amerikada 3.2 milyon dolar teklif eden ve ajira uçağında da yer alan korkunç tipli adam kim? amacı ne?

daha sorumlarım var. yazacak durumum yok şu an. bi daha izliyim de sonra yazayım bari. belki cevapları bulurum. ya da yeni sorularım olur :)))

17 Mayıs 2009 Pazar

they're coming!!!

offf diyorum şimdilik...sorularımla geri dönücem.
aşağıdaki video 6. sezona ilişkin acayip spoiler içeriyor. izlemeden önce bi kez daha düşünün.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

huzurrrrrr

cumartesi oğluşum kuşluk uykusundan yeni uyandığında daha uyku mahmurluğunu atmadan kollarıma aldım. o mahmurlukla uslu uslu durdu kollarımda. sevilmeyi, sarılmayı, öpüp koklanmayı bekleyen minik bi kedicik gibi.
öylesine huzur doldu ki içim. son zamanlarda kendimi en iyi hissetiğim yer olan pilates salonunda bile bu huzurun yarını hissetmiyorumdur sanırım.
canım oğlum.. çok özledim seni. eve gidesim var.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

atatürk'üm, önderim, nabzımda atıyorsun.

süper bi rüya gördüm dün gece.
atatürk yaşıyordu. etrafında işlerini organize eden, kişisel asistanı gibi kadınlar vardı. kişisel asistan gibi dedim ama kişisel asistan deyince insanın gözünün önüne gelen (en azından benim gözümün önüne böyle tipler geliyor) uzun boylu, gözlüklü, soğuk, genç iş kadını görünümlü tipler değil. tombul, şeker, orta yaşlı, anne abla tipli, sıcak, sevecen, her an yardıma hazır, her duruma hakim ve her durumda doğru kararlar alabilen, sırtını yaslayabileceğin türden kadınlardı bunlar. ben de etrafında dolanıyorum, onunla konuşuyorum filan ama beni kişisel olarak tanımıyor atatürk.
sonra bir salona geçiyoruz. bi sürü genç var. atatürk onların karşısında konuşmaya başlıyor. başlangıçta ne hakkında konuşuyordu hatırlamıyorum ama konu matematik ve geometriye geliyor. geometri kitabından alıntılar filan yapıyor galiba. o an diyorum ki, ben niye kendimi tanıtmadım atatürk'e. çağdaş türk kadınının geldiği seviyeyi duysa nasıl sevinirdi kimbilir. bu konuşma biter bitmez gidip uzun uzun konuşayım kendisiyle diyorum içimden. sonra onu dinleyen gençler ayağa kalkıyorlar, hepsi gidip sarılıp öpmek filan istiyor. ya durun napıyosunuz siz, kimbilir hangi hastalığın virüsünü, mikrobunu taşıyorsunuz, bulaştıracaksınız şimdi, onun bünyesi çok hassas diyorum (oğlum şu sıra su çiçeği ya, aklım virüslerde tabi). oturtuyorum gençleri yerlerine.

o sırada eşimin kucağında oğluma beni uyandırmaya çalıştığını fark ettim. rüya püfff diye uçup gitti.
insanın içini ısıtan, yaşama sevinci aşılayan rüyalardan biriydi. gün boyu kendimi iyi hissetmeme neden oldu.
bu arada eşim de emre kınay'ı görmüş rüyasında :)
oğluşum ne görmüştür acaba?