29 Eylül 2009 Salı

tik tak tik tak tik tak...



bebecikler zamanı nasıl algılar, insanoğlu tarihsel süreçte zaman kavramını nasıl fark etti, zamanı ölçmek nerden aklına geldi, nasıl yaptı bu işi filan konuşuyorum sınıfta. gel gör ki kendim şaşıyorum bazen; bi bakıyorum geçmek bilmiyo bi bakıyorum günler sanki 5 dakkada bitivermiş.
bazen yavaş geçiyo, bazen hızlı, bazen daha yavaş geçsin istiyorum, bazen de daha hızlı. acayip bi şey.

25 Eylül 2009 Cuma

necibe'tül sitires


nisandan beri süren gergin bekleyişte bi gelişme yaşandı bugün. elim ayağım titredi. okullarda tüm yaz boyu yattıktan sonra telaşla yeniden çalmaya başlayan ziller gibi çaldı eteklerim. etekler sevinçten mi çalar yoğusam heycandan mı tam bilemedim gerçi. ama benim etekler heyecandan, yanlış anlaşılmasın sıratı geçmediğimiz sürece sevinç bize uygun ruh durumu değil! stresten/vakitsizlikten/üşengeçlikten bi türlü dosyaları son haline getirememe durumu ve her gün yinelediğim bu gece yaparım temalı dejavu dakikaları artık son bulacak. bu iyi bi şey diye bakmak lazım.
bu iş bitince napmalıyım? (yani olumlu bitince diyorum sayın bayım hani olurda eşiği atlayamazsak naparız diye düşünmek istemiyorum şimdi.) ahtım var (yoksa ahdım mı var?) oğluşla oynamak, onun büyümesine daha yakından tanıklık etmek ve hobisel yaşamak istiyorum bi süre (3 vakit mi desem 5 vakit mi bilmiyorum ama bi süre işte kısa da olsa olur) bi halk oyunudur, örgüdür, bisiklettir, tenistir, yüzmedir, filmdir, kitaptır şeklinde yoğun yaşamak bi süre, sonra hobisel bakış açısını hayatıma yaymak, iş-güç şeklinde geçen hayatla harmanlamak bunları. yani çalışırken harcadığım enerjiyi toplayabilecek kanallar üretmek. onlardan beslenip aileme karşı ve işimde daha keyifli ve verimli olabilmek.
biraz daha sıkarsam dişimi her şey güzel olacak.
özlem tekinden gelsin efenim: "sabır iyi bi şey, sabır iyi bi şey".

acı çekmek özgürlükse...


şu aralar öğlenleri yemekhanede, akşam evde yemeklere (özellikle çorbalara) bol bol pul biber atasım var. o acı tanelerin ağzımı tatlı tatlı (!) yakışı bana yaşadığımı hissettiriyo, bu da çok hoşuma gidiyo. yalnız acı biberin her halini sevmiyorum. örneğin pişmiş yeşil acı biber yemek borumu yakıyor ve sanırım mideme de zarar veriyor. sadece pul biber favorim.
bunun bi de gümrüğü var denir ya, işte o kısmı düşündürüyor. şimdilik bi sorun yaşamıyorum ama bu biber hareketinin sonunun pek iyiye gitmediğini hissediyorum. genetik olarak sülalemin Basurlulara dayandığı ve dahi benim hamilelikte 19 kilo alacak kadar (bi maşallah deyin) yediklerimi kısmadığım düşünülürse, sanırım yakın gelecekte bu hareketi bırakmam gerekecek.

neyse ilginç olan acının tatlı gelmesi. acı çekmekten zevk almanın bir boyutu bu sanırım.

23 Eylül 2009 Çarşamba

gezdim tozdum amman amman aman

bayram tatili kısa da olsa biraz dinlenip buralardan uzaklaşmaya, fazla elektiriği topraklamaya yardım etti.

oğluşumun hayatında ilk kez bili bililerle bu kadar yakın olduğu, horozun nasıl ses çıkardığını bizzat horozdan duyabildiği, su kaplumbağası, tavus kuşu gibi hayvanlar görebildiği, bol bol bisiklet binebildiği, sabah kahvaltılarında gün boyu etrafımızda dolanan bili bililerin yumurtalarını yediğimiz, yeni insanlar tanıdığımız, eşimin karanlıkta kucağında oğluşla yanartaşa çıkıp inerek (üstelik inişte bebiş uyuyordu) babalık sınavlarından birini verdiği, ne kadar çok yıldız olduğunu yeniden fark ettiğimiz, yıldızların altında şarabımızı paylaştığımız, deniz kenarında anlamsızca denize taş atıp biramızı yudumladığımız, gözlerimin narenciye, nar ve elma bahçelerine doyduğu, ailece mutlu olmanın ne olduğunu anladığımız 3 gün geçirdik.
kısaca yeni döneme başlarken gayet iyi geldi bu tatil. iy ki kaçtık yollara düşmüşüz.

kendimize not:
1. tatil kısaysa haritadaki kahverengi yollara sapmamak lazım.
2. olimpos tarafına gideceksek gölhisar, altınyayla, seki üzerinden finike ve elmalıya ulaşma fikri hiç de mantıklı değil, ya daha önce bi kez gittiğimiz gibi korkutelinden finike tarafına geçmek ya 2φ'nin iddia ettiği gibi sögütten elmalıya giden yola girmek ya da en temizi antalya üzerinden gitmek lazım.
3. altınyayla gerçekten şirin bi yere benziyor. vakit olursa biraz vakit geçirilebilir.
4. çooğğğk para olursa nerede kalacacağımız belli (burda reklamını yapmıcam tabi.)

19 Eylül 2009 Cumartesi

I can't do this all on my own



comedy smart scrubs'ın birinci sezonunu vermeye başladı. daha önce izleyemediğim ilk sezon ilk bölümü bile görme şansım oldu. geçmişe götürdü beni, hem keyifli hem de sıkıntılı ankara günlerine... zavallı bir doktora öğrencisiyken izliyodum scrubs'ı. JD ile özdeşleştirmiştim kendimi. o kadar zavallı hissediyormuşum demek kendimi. hüzünlendim.

eski günler için lazlo bane'den gelsin:

17 Eylül 2009 Perşembe

davulculuk müessesesi


davulcuların hızına şaşıp kalıyorum. hem çalıp hem de son sürat turluyolar galiba sokakları. uyku sersemi olduğumdan mı bilmiyorum ama o kadar hızla ilerliyorlarmış gibi geliyo ki sesleri anlatamam yani.
bu sene en fazla 2-3 kez duydum davulcu sesi (yanlış anlaşılmasın geçmediklerinde değil beniim derin uyumamdan). duyduğumda da önce ne olduğunu anlamıyorum. bu ne sesi olabilir diye düşünüyorum o uykumun sığlıklarında. bi şeylere benzetmeye çalışıyorum. kendimce çok mantıklı benzetmeler yapıyorum filan. ama sonra anlıyorum davulcu olduğunu, dank ediyor: müslüman bi ülkedeyim, ramazandayız, herkesin istediği saatte uyanmak için saaati, cep telefonu alarmı vs. si var ama sahurdan belki 2 saat önce gelen davulcu sesi çok kutsal geliyo millete. davulun sesiyle uyanıp mistik duygular içinde tekrar uykuya dalmaya çalışıyolar, 2 saat sonra kalkılması gereken saat gelince de telefonlarının alarmıyla uyanıyorlar.

ramazandaki bu davul ve davulcu sesini hiç sevmiyorum.

11 Eylül 2009 Cuma

ben sporcunun iri, rüküş ve korkutucu olanını sevmem.






tenis maçına takıldık biraz. serena dan gözümü alamadım desem yeridir. her türlü spor markası emrine amadeyken kortlara nasıl bu kadar rüküş çıkabiliyor anlamış değilim. ürküyorum kendisinden.




uyuz olduğum bi diğeriyse elmacık kemikleri hırstan dışarı fırlamış durumda olan nadal. . izlerken gerginliği, huzursuzluğu bana geçiyo. o yüzden izlemek istemiyorum onu. bi de orasını burasını elleme huyu var ki beni iyce hasta ediyor.



bu dediklerim onların umrunda mı peki? adamlar çatır çatır maçları ve paraları kazanmaya devam ediyo. züğürde çenesi düşer anca.

sonsuz göklerin hür sahipleri gönlüm sizlerledir

sanki dün gibi ama tam 21 yıl olmuş. ben de bu bücürlere eşlik ediyordum sallana sallana. daha dündü, bilemedin 5 sene hadi taş çatlasın 10 sene olmuştur diycem. ama 3 değil 5 değil 7 değil 10 değil tam 21 yıl olmuş bu film çekileli.

ben ne zaman büyüdüm çoluğa çocuğa karıştım yaaaa!

6 Eylül 2009 Pazar

bi delinin blog flütü


iftar yemeğine davetli olduğumu hatırlayıp hışımla kalktım yataktan. saat iftar zamanını geçmiş PuCCa çoktan teraviye gitmişti bile. banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. sağ yanağımda yastıktaki kanaviçe çiçeklerinin herbir çarpısı belliydi neredeyse. çarpılar tokat gibi çarptılar yüzüme (bu kadar iğrençleşeceğime ben bile inanamazdım); bu durumu nasıl açıklayacaktım? zaten torpil için bana 4 farklı yoldan ulaşan adaya istediğini yapmamış kendisine ancak yedek kulübesinde yer vermiştim . üstelik sonucu öğrenmek için arayan üslerime de "ramazanda tek sevdiğim şey pidedir, gerisi boş" diyerek, kararlılığımı ve tampon kullanımına karşı sert tavrımı vurgulamaya çalışmıştım. Sanırım biraz komik düşürdüm kendimi, herkes biliyordu Kanada'dan gelen akçaağaç şuruplarını bütün kış bana yeterli olmayacağını. Dahası erik ekşisinin kilosunu (dekanın tüm uyarılarına rağmen litre yerine kilo diyorum ısrarla) fahiş fiyatla satarak enflasyon oluşturan kişinin ben olduğumu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi direk celallenip işkembe çorbasını kafasına geçirmek, makarnaları tek tek burun deliklerine sıkıştırmak benim eğitimli bi insan gibi kendine hakim olmayı öğrenemediğimi, erdoğan kadar yersiz asabiyet sahibi olduğumu tescillemişti. Oysa bi hiçbişey olmamış gibi davranarak hem dışa karşı mutluymuş gibi görünebilir hem de kanserin tüm vücudumu ele geçirmesini kolaylaştırabilirdim. böylece sona giden yolu kısaltmış olurdum.
bu fikir çok hoşuma gitti. artık geceleri mahallenin köpeğinin havlamaları eşliğinde tavanı seyrederek tırsak bekleyişlerim yerini derin, kesintisiz ve rüyasız uykulara bıraktı. Sabah gözümü açar açmaz da yaptığım şey 2 patates soyup kızartmak ve yanına 1 tepsi börek yapıvermek oluyordu.
işte herşey böyle güllük gülistanlıkmış gibi sürdü tamı tamına 9 yıl 11 ay 3 gün. o zamana dek evimin patronu gibi hissediyordum kendimi. tüm davetlere katılıyor, önerilen her projede yer alıyor, çocukları gözüne girmek için ne gerekirse yapıyordum. örneğin max çubuklarındaki puanları onlar için biriktiriyordum. yiyormuş gibi kutularca max alıp puanlarını çıkarıp gerisini çöpe atıyordum. tüm bunları dexter titizliğiyle yaptığımı sanmam en büyük hatamdı belki de. cingöz patronum en başından beri olayların farkında beni gizli gizli izliyor bu zararsız ama salakça oyunuma uzaktan gülüyordu. fark ettiğim an yıkıldım. yıllardır düştüğüm durumu düşünüp utancımdan kahroldum.
ve o gün bu blok flütü üflemeye karar verdim. (dikkat buyrun, çalmak değil üflemek!)