28 Haziran 2009 Pazar

ana mını seveyim, yine beni gurez (?)

söyleyeceğim abartı, uydurma vs gelebilir. ben de inanmazdım belki ama gerçek bir olay demekle yetineyim (gereksiz yemin etmiyim ki inandırıcılığını yitirmesin. bu parantez anlatacağımın uydurmasyonmuş gibi görünme durumunu iyice pekiştirdi sanki. neyse...)
şu an tüm tv kanallarında, internette, gazetelerde filan bol bol micheal jackson'dan bahsediliyor. bu kadar yoğun anılmamıştır herhalde en zirvede olduğu zamanlarda bile. rahmetliyi bu kadar sık görünce aklıma onunla ilgili bir anı geldi. sene 93-94 filandı sanıyorum. bi ahbabın henüz ilkokul çağına gelmemiş çocuğu ablasına "abla ana mını seveyim yine beni gurez"i açsana, hadi onu dinleyelim" tarzı isteklerde bulunur. ablası anlayamaz hangi şarkıdan bahsettiğini. o zaman CD, mp3 filan yok. anca kaset, kasetçalar, radyo, walkmen, tv vasıtasıyla müzik dinleniyor. ablanın son zamanlarda en çok dinlediği şey rahmetlinin yeni kaseti. tüm kaseti dinleyip çocuğun kastettiği şarkıyı buluyor abla. rahmetlinin "All i wanna say is that
They don't really care about us" deyişini çocuk "ana mını seveyim, yine beni gurez" olarak algılıyor!!!
insanın pes, yuh diyesi geliyor bu yanlış anlamaya ama çocuktur deyip geçmek lazım. ablası uydurdu desem herhalde uydursa daha güzelini uydururdu diye düşünüyorum.

neyse bu da böyle bi anımdı işte.

27 Haziran 2009 Cumartesi

arkanızdayım gönen mustafa uşdu liseli gençler, yolunuz açık ola!!!

trt'deki genç mikrofon yarışmasına takılıyoruz 2 bölümdür. oldukça başarılı gruplar var. benim yürekten desteklediğim grup gönen mustafa uşdu lisesi grubu. solisti, orkestrası daha güçlü gruplar var aslında. ama grup çok hoşuma gitti benim. ilçeden çıkıp gelmişler, solistleri esra son derece doğal bi güzelliğe sahip ve bir o kadar doğal bi var. özel lise ve güzel sanatlar lisesi öğrencileriyle yarışmaları, biraz utangaç da olsa çalıp söylemeleri bile takdir edilesi bi durum bence.
geçen bölüm yani benim ilk izlediğim bölümde tüm gruplar türküleri yorumladılar. ilk kez duyduğum bi türküyü yorumladı gönenli gençler. esranın sesine de pek yakışmıştı bu türkü:

Link: Gönen Mustafa Usdu Lisesi Zeytinden Asimisin




grubun "sil baştan" yorumunu izledim internetten. bu da gayet başarılı bence. umarım hedefinize ulaşırsınız gençler. ileriki yıllarda sizi profesyonel olarak müzikle uğraşırken izlemek isterim doğrusu.

Link: Gönen Mustafa Usdu Lisesi vertigo sil bastan

23 Haziran 2009 Salı

doğum

dün gece rüyamda normal doğumla bir bebecik dünyaya getirdim. yapanlar bilirler süper bi şey doğum yapmak. sancı kısmı zor doğma kısmı oldukça kolay geçen bir doğumdu.
üretken bir döneme gireceğime yoruyorum ben bu rüyayı. öyle yormak istiyorum yani. bi sürü yarım iş, hem tamamlanması gereken hem de yeni başlanacak projeler var önümde. bi terslik olmazsa 2009 içinde girilecek önemli bir sınavım da var. tüm bunların altından alnımın akıyla çıarım umarım. rüyadan uyandığımdaki gibi mutlu olmak istiyorum 2010 a girerken.

if it doesn't work like this, I'll try another way

20 Haziran 2009 Cumartesi

gelin kaynana mevzusu




bin yılların konusuna değinmek istiyorum bugün. bu bin yılların ama konusu her devirde, insan toplumlarının gelişimiyle birlikte şekil değiştiriyor elbette. bunun yanısıra aynı devirde aynı şehirde/mahallede/ailede bile bireylerin özelliklerine göre bile değişiklik gösterebiliyor.
tüm insan ilişkileri gibi öncelikle gelin ve kaynananın özellikleri ilişkinin şeklini belirliyor. ama genellikle hep sorunlu bir ilişkiye sahip olarak akla geliyor bu ikili. kötü ilişkiye örnek mi vereceksiniz; ilk olarak kedi-köpekten bahsediyosunuz, aklınıza gelen ikinci örnekse gelin-kaynana oluyor.
ben gelin lafından da kaynana lafından da nefret ediyorum. kendisi yokken(gıyabında dememek için bu kelimeleri kullandım) eşimin annesinden bahsederken f.annem hiç olmadı kayınvaldem diyorum. kaynana çok kıl bi kelime çünkü bence. kaynana deyince şişman, elinde merdanesi, üzerinde mutfak önlüğü olan, sinirli, her an merdaneyi kafanıza indirmeye hazır, geçimsiz, çaçaron bi kadın geliyor gözümün önüne(düşünün ne biçim kaynana masallarıyla büyümüşüm). o yüzden kaynana kelimesini kullanmıyorum. kendisine hitap ederken de anne ve sen kelimelerini kullanıyorum. f. hanım ve siz gibi hitap tarzlarını kullanacak kadar asil(!) bi dumurumuz yok zaten.
neyse şimdi benim sevgili kayınvaldemle bi sorunum yok, ama çok yakında değiliz yani sağlam paylaşımlarımız da yok. bunun sebebinin de kuşak farkından kaynaklandığını düşünüyorum. yani kendi annemle paylaşımlarımın derecesi neyse f.annemle paylaşımlarımızın derecesi de o aşağı yukarı. sanırım onun kendi kızıyla paylaşımlarının derecesi de anca benimle olan paylaşımları kadar. yani ne çok sıkı fıkı ne de uzak ve soğuk. bence olması gerektiği gibi yani.
kadın dayanışması ruhunu yaşatmak istediğinden mi yoksa tarafımdan artı puan almak arzusundan mı bilmiyorum ama misal eşimle bi anlaşmazlığa vardığımızda benim tarafımda yer alan bi insan kendisi. bu tip davranışlarını özellikle takdir ediyordum . ancak bu benim tarafımda olma meselesi biraz tuhaf boyutlara geçmeye başladı. (zaten yukarıda bahsettiğim gibi güllük gülistanlık olsa ortalık neden bu kadar uzun uzun yazayım di mi? onlar giriş cümleleriymiş demek.) yanımda eşimin olumsuz özelliklerinden filan bahsediyor. bu özellikler ya benim önemsemediğim hatta görmediğim şeyler, ya da gördüğüm ama benim farklı değerlendirdiğim özellikler. bak kızım ben oğlumun bu özelliklerine kılım bu konularda hır çıkarabilirsin kendini düzeltsin ben senin yanındayım mesajımı bu? öyleyse ne gerek var. kötü bi gözle bakarsan da sanki aramızı bozmaya çalışıyor gibi. her şekilde uyuz olmaya başladım bu muhabbetlerine. muhabbetleri dedim ama bugüne dek 2 kez oldu zaten ama hoşuma gitmedi. özellikle benim şaşırıp tepkisiz kalmam hoşuma gitmedi. ne diyeceğimi bilemiyorum. çünkü niyetini tam olarak anlayamıyorum, yanlış tepki vermeyi istemiyorum. bi süre sonra belli olacaktır durum ve benim vereceğim tepkiler ama o zaman gelene dek huzursuz olucam sanırım.

14 Haziran 2009 Pazar

bir öss daha geçti

bugün öss de otururken bir kez daha anladım ki, bu memleketin en önemli sorunu ne sağlık, ne eğitim, ne de ekonomi. en önemli sorunumuz; nüfus. ekonominin, sağlık sisteminin, eğitimin sorunlarının bi çoğu bu kadar kalabalık olmamızdan kaynaklanıyor. o kadar kalabalığız ki hiç bi şeyi adam gibi yapamıyoruz. o kadar kalabalığız ki, her isteyene üniversite eğitimi veremiyoruz. bi seçme yapmamız gerekiyor. başka çare bulamıyoruz. bu seçme işi nice insana ekmek kapısına dönüşüyor; dershaneler, özel dersler öyle sağlam bi sektör ki artık, çocuğun gittiği okuldan daha önemli olabiliyor çoğu zaman. tabi bu durum aile ekonomisini alt üst ediyor.
neyse efenim burada bunca yıldır sınav ortamlarında bizzat bulunmuş bi kişi olarak sınava girenlerin profilinden bahsetmek istiyorum. sınava girenlere ösym terminolojisinde "üniversite adayı" adı veriliyor. işbu yazıda kendilerinden aday olarak bahsedilecektir.
adayları tiplerine göre bir kaç grupta toplayabiliriz:

beslenmeye gelenler:
boğazına düşkün bu adaylar yanlarında bolca çikolata, şeker, bisküvi, kola vb. yiyecek içeçek getirirler. hatta bazıları anneciğinin sabah haşladığı yumurta ve patatesi kapıda güvenlikte bırakmak zorunda olduğundan binanın kantinine uğrayıp bi karışık tost yaptırmak zorunda kalmıştır. bu davranışın arkasında "benim miğdem kaynıyo da", "şekerim düşünce bi tane atiym dedim", "çikolata kafa çalıştırıyormuş" gibi türlü gerekçeler yatmaktadır. bu tiplerin beceriklilerinin içlerinden "keşke sınava piknik tüpü sokabilseydik. bi menemen bilemedin bi omlet yapıp yiyebilseydim" diye geçirdiklerini düşünmekteyim.

salınmaya, etrafı süzmeye gelenler:
bu adaylar genellikle diğer adaylar salona çoktan girmiş, yerlerine oturup, cevap kağıdına adını soyadını yazıp imzasını atmış sınav süresinin başlamasını beklemekteyken salına salına gelirler. bazıları yerine oturunca sınava giriş belgesini dışarda beklemekte olan ana babasında unuttuğunu fark edip aşağıya inme talebinde bulunur. en temel özellikleri sınav boyunca sık sık sınav salonunu, görevlileri, diğer adayların neler giydiklerini filan süzmeleridir. sınav çıkışı "yani var yaaa bu seneki sorular kadar kazığını görmedim" şeklinde beyanatları olur. sınava en az üçüncü kez girmekte olduklarından bu tarz geçmiş senelerin sorularıyla karşılaştırma cümlelerinin onların ağzından çıkması pek yadırganmaz. ancak bu gibi cümleleri ilk girdikleri sene de sarf ettiklerinden bu adayları yakinen tanıyanlar bu cümlenin deneyimden kaynaklanmadıının farkındadır. bu adayların sınavı en az 3 kez deneyimlemiş olmalarının kendilerince çok haklı bir takım sebepleri vardır:
(a) kaydırma yapma: (insan her sene mi kaydırır arkadaş?) gaydırı gupbak cemile tipli bu adaylar sağa sola fazlaca bakınıp dikkatlerini sınav kağıdına veremediklerinden mi yoksa soruları atlaya atlaya okuyup sırayla çözmediklerinden midir bilinmez her sene kaydırma yaparlar.
(b) puanların yükselmesi (ya da katsayıların düşmesi):
bu birbirleriyle ters ilişkili iki şey bu işten pek anlamayan ebeveyn sahibi adaylar için bulunmaz mazerettir. hiç bir mantıksal temele dayanmayan bu iddia sadece olayı idrak edememiş kişilere anlatılır. hatta "anne tilbenur'u biliyosun, ne kadar çok çalışıyodu ama o da kazanamadı katsayılar yükselinceea" gibi çeşitli örneklerle pekiştirilerek ebeveyninin iyice ikna olması sağlarlar. eğer aday kendisi de olayı pek idrak edememişse bu lafa yürekten inanır. "nalet olsun şu katsayılara yahut puanların yükselişine" diyerek başını duvarlara vurur. başından aldığı darbeler bir sonraki sene puanların yükseldiği sanrısını kuvvetlendirecektir. Oysa ki işin özü nedir? Her sene x kişi mi üniversiteyi kazanıyor? önemli olan o x kişiden biri olabilmek yani en yüksek puanı alan ve en doğru tercihi yapan x kişiden biri olmaktır mesele. puanlar düşse de sayı x tir, yükselse de x tir. aynı şekilde katsayılar kaç olursa olsun bu sayı x tir. değişmez.

odaklanıp efendi gibi soruları cevaplayanlar:
genellikle yepyeni silgi kalemtraş kalem ya da sınav kalemi denen ucu kütük gibi olan kalemlerden getirirler. dikkatli gözler bu adayların silginin ambalajını sınav salonunda açtıklarına tanık olabilirler. bu adaylar sınav boyu başını kaldırmadan kitapçığın içinde kaybolur giderler. kimileri tırnak, şeytan tırnağı, parmakların ölü derileri, silginin kağıdı, kalem arkası vs. kemirir. bazıları sınavdan "kesin bilkent bilgisayara burslu giriyorum" ya da "odtü mimarlıktayım", "boğaziçi endüstri müh.e kapağı attım" şeklinde güle oynaya çıkar. çok emin olamayan bazılarıysa "bilemiyorum ki yaptım ama hacettepe ingilizce tıp gelmezse türkçesi gelir heralde" gibi ikircikli açıklamalar yapar. bunların geleceğin başarılı kadın ve erkekleri arasında yer alacağını, memleketin bu evlatlar sayesinde ilerleyeceğini düşünürsünüz. gidip bu gençlerin alınlarından öpesiniz gelir. fakat bu kesimde bazıları vardır ki gözlerinden hırs parlamaları geçer, başarma isteği son derece bencil duygularla törpülenmiş, "burda olmazsa bi şekilde birilerinin ayağını kaydırırım" temalı düşünceleri de barındırabileceklerini düşünür ürkersiniz.

oflayıp puflamaya gelenler:
feleğin sillesini sadece kendisinin yediğini düşünen adaylardır. bu memlekette yıllardır tüm gençlerin bu sınava tabi olduğu gerçeğini kabul edememiş, içindeki isyanla kendi kendini yiyip bitirmiş ya da bitirecek çocuklardır bunlar. -yanlış anlaşılmasın öğrenilmiş çaresizlikle herşeye boyun eğilsin, herşey kabul edilip herkese el pençe divan durulsun diyenlerden değilim. amma velakin insan olaylara zekice bakmalı, kurtlar sofrasında hayatını nasıl idame ettirmek için mücadele edebilmelidir kanımca.- neyse efendim bu adaylar her sayfa çevirişlerinde, her yeni soru okuyuşlarında, saate her bakışlarına oflayıp puflarlar. kibar olanlarıysa üfleyip püflerler. bıkmışlık, çaresizlik, isyan ve karamsarlık dolu bakışlarını görünce hayatlarının hiçbir aşamasında mutlu olamayacakları hissine kapılırsınız. piyango vursa bile mutlu olamacayağını düşünüp hüzünlenirsiniz.

kelli felli babam yaşında tipler:
bi sürü sebebi vardır bu amca ya da teyzelerin sınava girmesinin; örneğin evladıyla aynı sene sınava girip o psikolojiyi paylaşmış görünme gibi. empati duygusu fazla gelişmemiş bireyler için en azından böylesi fiziksel bir analoji elbette takdir edilesidir. ama evladın yaşadığını ana baba sınava girince yaşamış olur mu sizce? zaten iş güç sahibi evli barklı insan olan ana babanın kaybedeceği ne vardır ki? kaybetme korkusu olmadığı sürece evladın yaşadıklarını anlamakta pek mümkün olmayacaktır. sınav sabahı evdeki trafik ve gerginliği artırmaktan başka hiç bi işe yaramaz yaptıkları. bu kategorideki adayların iddia sonucu sınava girenleri de vardır. onun dışında gerçekten azmedip 50sinden sonra açık öğretim de olsa okumak isteyen kesim vardır ki onlara gülmeniz mi ağlamanız mı gerekir bilemezsiniz. bunlar hayatlarında çoktan seçmeli bir sınava girmemiş hatta bırakın doldurmayı optik form görmemiş insanlardır. [Örneğin teyzeciğimin sınava(öss değil ehliyet sınavıydı ama) günler kala sınavdaki optik formda seçenekleri karalayarak işaretleme yapacağını öğrenmesi hayatının en önemli gelişmelerinden biri olmuştu. zavallım sınavda evde kendi kendine çalışırken yaptığı gibi boş bir kağıda 1-a 2-c 3-e gibi yazacağını sanmaktaydı.]

ana kuzuları:
bu tip adaylar minimum 17 yaşında da olsa, salona girince yerine oturmadan pencereye koşup aşağıda bekleyen anneciğine el sallar, yerine oturunca babanneciğinin okuduğu pirinci bi kaç damla suyla mideye indirirler. onlara anne şefkati veresiniz gelir, sınav süresince gidip bi kaç kez saçlarını okşarsanız 5 ila 15 arası daha yüksek puan almalarını sağlayabilirsiniz.

sanırım bi kaç kategori daha oluşturulabilir aday profilleri için ama bu senelik en azından şimdilik bu kadarı yetiversin deyip işime dönmek istiyorum. hatta önümüzde kpss var. kpss'nin daha zengin aday profiline sahip olduğu düşünülürse temmuzda bu konuya tekrar döneriz diyorum, öpüyorum.

11 Haziran 2009 Perşembe

pet sosayiti

feysbukta pet sosayiti diye bi nane çıkmış. kardeşim övdü de övdü geçen gün. hassas bi döneminde diye konuyu değiştirmeden saatlerce dinledim. neleri içerdiğini, ortak tanıdıklarımızın pet society deki statülerini, onun ilk olarak nasıl bu işe bulaştığını, hayvanının tipinin, giysilerinin vb nasıl olduğunu...
hemen beni de dahil etti bu saadet zincirine. hayvan köyünün muhtarından bi mektup geldi hemen, ardından biraz para, biraz ödül filan. sonra bi de daha önce anlattıklarını tek tek gösterdi:)birilerinin evine gidip sarıldık, öptük, şaka yaptık, tv izledik. benim hayvanımı(ki adını sucuk koydum) yıkadık, doyurduk, gezdirdik vs.
bu yazdıklarım uygulamayı bilmiyorsanız anlamsız gelebilir. kısaca gelişmiş bir sanal bebek bahsettiğim. işin gücün, okuyacak kitabın, izleyecek filmin, okuyacak blogun yoksa girip kendini kaybedebilirsin.
arkadaş listemdeki ne okumuş yazmış adamlar üşenmemiş kendilerine bi hayvan yapıp pinky, boncuk, hikirik, vs isimler koymuşlar. özenip bezenip hayvanatların evleri süslemişler, bahçelerine fide dikmişler, ödül alabilmek için bilmemkaç kez frizbi kapmışlar, uyduruk ödüllerini sıralamak için raflar satın almışlar, rafların uyacağı duvar kağıtları ayarlamışlar, vs.
2 gündür birer kez girip baktım ben de. bulaşıcı mıdır nedir? bırakın yukarıda saydıklarımı yapmayı onları yazmak için bile harcadığım zamana acıyorum aslında. ama böyle bir durum var ey okuyucu seni uyarmak isterim. bu aleme giren nice genç beyin, mürekkep yalamış kişi kendini kaybetmiş huzuru burda bulduğunu sanmış. dikkat et kendini koru, vaktini böyle şeylerle çar çur etme demek isterim.
yazdıklarımın nasihatten çok hayat deneyimi olarak görülmesi dileğiyle gözlerinden öptüm :)

10 Haziran 2009 Çarşamba

ya ya ya şa şa şa afet-i devran çok yaşa

elaleme kızardım eskiden "ay çok işim var, vay çok işim var" diye dolananlar elalem dediğim. "off çok işim var sendromu/tribi" olarak görürdüm onların bu halini. oturur adam gibi planlarsan hayatını herşey zaman ayırabilirsin sanırdım. şimdi n'oldu? ben o pozisyona düştüm işte... zamanında empati kuramadığım insanları anlar oldum.

yazamadım nicedir. burdur'da takılıp kalmışım gibi olmuş. oysa burdur'dan geldik arada bi sürü olay oldu, hatta ankara'ya gidip arkadaşımın düğününde zeybek oynamışlığım bile var. ama iki satır yazamadım işte.
yalnız daha yazacağım da yoktu ama sevgili izleyicim afet-i devran nerelerde olduğumu sorunca bi onore oldum, birden kendime geldim. yahu benim 1 tanecik de olsa izleyicim var. merak da ediyor benden ses gelmeyince, niyçün yazmıyorum dedim kendi kendime. bundan sonra düzenli yazmaya çalışacağım söz.

sağlımız yerinde hamdolsun. biraz yaz sıcağı biraz biriken işler filan derken ihmal etmişiz buraları, özür.