30 Ocak 2010 Cumartesi

yine yol göründü gurbete.

bana yol göründü yine... üzülme şekerim arayı çok açmam. oğluşu bırakıp gidiyorum zaten burnumun direği sızlaya sızlaya.


barış abiden gelsin (jest ve mimiklere dikkat):

29 Ocak 2010 Cuma

hacı mevzusu

şu blog yazısına yapılan yorumlar var ya altta. "x yorum" yazıyo hiç ellemezsen default olarak. ama ellersen ne yazdıysan o yazıyo (kapiş?). benimkinde standart hali durupduruyordu. değiştiriyim dedim bi ara bakındım nasıl olucak diye yapamadım. star wars'un cnbce'de yayınlanmaya başladığı akşam blog okurken bu değiştirme işi depreşti, dereotundannefretederim'cime açtım konuyu bir mail ataraktan. allah razı olsun star wars izliyorum demedi bana cevap yazdı (aslında izliyorum dedi de hem izledi hem yazdı herhalde, öyle de 10 parmakta 10 marifet). yeri gelmişken bi da teşekkürümü edeyim.

anladım nasıl yapılacağını da yorum yapanlara ne ad vereceğimi bilemedim, şöyle güzel bi laf bulana kadar bekliyim diye düşünürken DONEcan'ın sık kullandığı "hacı" geldi aklıma, onu yazıverdim. şahsen hiç kullanmadığımdan, burada da eğreti duracağı endişesi içindeydim. bu endişe 3 gece uyutmadı beni, çalışma verimim düştü, iştahım azaldı, göz altlarım morardı, çöktüm sanki ve hayattan zevk alamadığımı hissetmeye başladım. ammavelakin sonra bi baktım, anaaa "hacı" gerçekten tutmuş, bir coştum, bir taştım ve hayata yeniden tutundum (böyle de duygularımın kölesi bi insanım işte).

anlatmaya değmez bi şeymiş bunu da yazınca anladım. ama yorumcuya hacı demek bana gerçekten komik geldi be hacı :) kafamdaki hacı imajının burda yorum yapıyo oluşu cidden komik ama. çünkü hacı deyince aklıma gelen hacı ninem ve eniştemdi zamanında. artık hacı kelimesi emniyetteki nine ve dedelerden oluşan kalabalık güruhları hatırlatıyor bana. çünkü ne zaman emniyete pasaportla ilgili işim düşse hac ya da umre mevsimi oluyo. ya da umre ve hac mevsimi hiç bitmiyo, ben gitmesem de hacı adayları hep oradalar belki. emniyetin her durumda parmak izi alma isteği var ya artık, belki eskiden vekalet verip aldıkları pasaport için şimdi bizzat emniyete gelmek zorunda kalıyor bu güruh.

karşılaştıklarımın bir çoğu bırak yurtdışına çıkmayı il dışına bile çıkmamışlar, hatta köylerinden kalkıp şehir merkezindeki emniyete gelmek bile macera dolu bir yolculuk onlar için. hacca gitmeyi sorgulamak istemiyorum aslında ama o insancıkların halini görünce şaşıyorum.

önceki sefer emniyete gidişimde bi hayli zaman geçirdim hacı adaylarıyla. hava cidden sıcaktı. bu dedecik, ninecikler en kalın giysilerini giyip gelmişlerdi emniyete (oğuz atay'ın toprağı bol olsun). ellerinde sıra numarası parmak izi vermek için bekliyorlardı. ama çoğu ne için beklediğini, kaç saat bekleyeceklerini, sıra onlara geldiğinde ne yapacaklarını, parmak izini verince neler olacağını vs. bilmiyordu. hatta bilmesi gerektiğini akıl bile etmiyordu. yönlendiren birileri vardı, sanırım bi tur görevlisi filan, adam öl dese ölecekler o derece.

benim beklemekten gerilip öfkelenmemin filan aksine, onlar yolculuklarının mutlu heyecanıyla bekleşmekteydiler. çünkü uçağa bineceklerdi, bambaşka bi memleket göreceklerdi, kutsal bi boyutu var ayrıca, aralarında huşu içerisinde muhabbet ediyorlardı. aslında yolculukları çoktan başlamış bana göre. evlerinden (büyük olasılıkla köylerinden, ilçelerinden) kalkıp gelmişlerdi. kapıdan çıkmışlardı yani. kapıdan ilk kez çıkmak hiç de kolay değil be hacım.

beni şaşırtan şeylerden biri şu olmuştu. pasaport biriminde parmak izi alan makinede çok sıra vardı hacılar sebebiyle. bi kısım insanı kriminal ofisteki parmak izi alma makinesine yönlendirdiler. yönlendirme dediğim asansöre binip 3. kattaki makinenin yanına gitmek. gidecek grubun içinde ben de vardım ve hacca gitme niyetlisi olmayan tek kişi de bendim. bizi yukarı gönderen polis beni bu hacıların 6-7 sine yol gösterici ilan etti "siz yardımcı olun da sizle çıksınlar" gibilerinden. birlikte asansöre yürüdük, düğmeye bastım, asansörün gelmesini bekledik, geldi, bindik, 3. kat düğmesine bastım, yukarı çıktık, kapı açıldı, 3. kat koridorunda ilerledik, kriminal birimi bulduk... bu esnada dedelerin ninelerin halini görmeliydiniz. her adımla hacca daha da yaklaşıyorlar sanki, daha bi huşu içine giriyorlar. altı üstü 2 kat yukarı çıktık. "hacı gardeş, bizim gaderimiz bir yazılmış. bak gördün mü asansörde de birlikteyiz" diye birbirinin sırtını sıvazlıyorlar, gözleri doluyor.
sanırsın yüzük kardeşliği; mordora yüzüğü atmaya gidiyorlar, eğer bu görevi tamamlarlarsa tüm dünya kurtulacak. o denli bi sorumluluk içindeler yani. orda şunu bir kez daha anladım onları böyle görünce cahillik ve inanç güzel bi şey. hatta süper bi şey. sırtın yere gelmez.

neyse lafı uzattım da o dedeler, nineler buraya yorum yazsa çok komik olurdu hacı onu demek istiyorum iki saattir.

28 Ocak 2010 Perşembe

başım belada, telefonumu düşürdüm helada...

çok su içiyorum ben. o kadar ki nerdeyse her saat avagadro sayısı kere tuvalete gidiyorum. bugün tuvalet ziyaretlerimin birini 3. kat kadın wc ye yapmıştım. kapıdan girişimin 10. sn de telefonumun cupppp sesiyle deliği boylamasını seyrettim(seyrettim derken bu olaya seyirci kaldım manasında). sonracığıma bi görevli gelip eline 2 kat çöp poşeti geçirip aldı delikten:S hemen içini açtı, sim kart bi yana, batarya bi yana, arka ve ön kapaklar bi yana ayrıldı. sim kart çalışıyor allahtan ama numaraları telefon hafızasına kaydetmişim müthiş bir planlılıkla! telefonu kurumaya aldık çünkü ekranda yer yer su baloncukları (ben su olduğuna inanmak istiyorum)var.
şimdi çeşitli yönlerden kendimi sorguluyorum:
1. tarihten hiç ders alamıyor muyum? acep bu bi alışkanlığa mı dönüştü? neden hala ısrarla cebimde telefonla tuvalete gidiyorum. cep telefonunun her daim cepte taşınması yanılgısına mı sahibim?
flashback:
zaman: 2005,
yer: yine okul binası daha da özelleştirirsek eski binanın 3. kat kadın tuvaleti
bendeniz pantalonumun cebindeki telefonumun deliğe düşüşünü cuppppp efektiyle izliyorum.


2. yoksa bilinçaltım telefonu yok etmemi mi emrediyor?
flashback:
zaman: dün akşam
yer: telefoncu
kocacığıma yepisyeni bir telefon satın alıyoruz. onun öncesinde aramızda geçen konuşmalarda bana telefon alınması gündeme geliyor ve ben oğluşumuz (atıyor, çarpıyor vs.)büyümeden yeni bi telefon almak istemediğimi söylüyorum ısrarla.


3. tel noları sime neden kaydetmedim? yoksa kaydettim de suya dayanıksız mı kaydettim. eş dost numaraları sim kart suya girince silindiler mi birer birer? sudan dostluklara mı sahiptim bunca zaman?

4. bu sulu telefonu ne yapmalıyım? yani kuruyunca olur da çalışırsa mesela, numaraları alıp atmalı mıyım? yoksa mis kokulu telefonum diye bağrıma mı basmalıyım...

ooff offf.
bu son soru anket sorusudur. bu konudaki görüşlerinizi beklerim hacılar.

23 Ocak 2010 Cumartesi

wantıd

bizim evde önemli bi takım cdler, telefonumun kulaklığı, küpemin teki, biberon iç kapakları, çorap tekleri, salatalık soyacağı, mutfak robotunun bazı parçaları, koca kişisinin kulak damlası, bilmemne sınav belgesi, biyerlere yazdığı önemli ama minik notçuklar kayboluyor... yerlerini bileniniz varsa lütfen söylesin. arattırmayın bizi. sinir etmeyin boşuna.

22 Ocak 2010 Cuma

çocukluğum


başlık sizi yanıltmasın. çocukluğumu filan anlatıcak değilim. ama geri dönüp kendi çocukluğuma şu an ki yerimden bakmak isterdim clem ve joel gibi. kendi çocukluğumu kucaklamak, hayallerin(m)i dinlemek,oyunların(m)a katılmak, gözyaşların(m)ı silmek, kahkahaların(m)a katılmak güzel olurdu.
olmayacak şeyi istiyorum biliyorum. böyle bi şey totolojinin tersiyle yani çelişkiyle açıklanabilir ya da film hilesiyle. psikolog amcalar olmayacak duaya amin dersen üzülürsün diyorlar. bu onların totosu diyenler üzülmeye mahkumlar haberleri yok. benim neden haberim var neden haberim yok derseniz, haberim yok valla şekerim.

19 Ocak 2010 Salı

çiğ sütten mi yoksa bozuk mayadan mı?

işyerinde bazı cins tipler var. düşünceleri, halleri, hareketleri ne bulundukları pozisyona, ne de ünvanlarına yakışıyor. az gelişmiş, çocukça ve kindar hareketler içindeler. ellerine tesadüfen geçmiş gücü ellerinde tutmak için haketmeye çalışmak yerine bu güç sayesinde başkalarını ezerek doyuma ulaşmaya çalışıyorlar. bu zavallılara çok uyuz oluyorum; minicik beyinleriyle akıllı geçinip herşeyi ve herkesi-yanlış olduğunu bilse de-kendi kurallarıyla yönetmeye çalışanlara...umarım hareket biçiminizin yanlışlığını idrak edecek kadar kafanızı kullanabilecek düzeye gelirsiniz. ooooofffffffff, çıldırtmayın beni beaaa!!! ben sizi soğukkanlılığımla dövücem gerzeğin başkanları. yeter beaaaa!!!

17 Ocak 2010 Pazar

krep güncellemesi

şekerim geçmişte yaptığım krep tarifini vermiştim. sonrasında krep konusuna bir güncellemeyle döndüm.bu sabah ki ampirik krep denemem sizlere yeni bir güncelleme sunmamı gerektirdi. bu bilgiyi sizden saklayamam zira.

evet canlarım, verdiğim ilk tarifi biliyosunuz, o tarifte süt yerine bebek/çocuk sütü, 2 bardak un yerine de 1,5 bardak normal un+ 0,5 bardak mısır unu koyuyorsunuz. bebek/çocuk sütünden kastım pınar, nestle yahut daninonun 1 yaşından büyük çocuklar için önerilen markasına göre demir, d vitamini vs ilaveli tadı vanilyalımsı, hafif şekerlimsi sütleri. bendeniz nestleyle denedim. msır unu bildiğiniz mısır unudur. karadenizliler nasıl yapıyorlar krebi bilmiyorum ama biraz mısır unu ilavesi oldukça güzelleştirdi.

tarifi bir de böyle deneyiniz, arasına mutlaka krem çikolata sürüp yiyiniz anacım. afiyetlen.

5 Ocak 2010 Salı

mimler mimlere karışır

bir mim'im varmış dwarfwaves den habarım yokmuş ama. daha yeni gördüm çalakiybort yaziym:

sizi en çok üzecek olay:
sevdiklerimi kaybetmek.

nerde yaşamak isterdiniz:
düzenli, modern, insanların insan muamelesi gördüğü, aydınlık, çok soğuk olmayan, çocuumun at gibi yarışlara hazırlanmak zorunda kalmayacağı, okulların ezberlemeyi değil bilgiyi kullanmayı öğrettiği bir avrupa kentinde (bir eğitimci olarak memleketin eğitim sisteminden çok hoşnutsuzum bu aralar)


yaşayabileceğiniz en mutlu an:
ailemle mutlu olabildiğim her an.

hangi hataları hoşgörüyle karşılayabilirsiniz:
hiç sevmedim bu soruyu ama heralde bilmeden yapılmış hataları hoşgörürüm.

en sevdiğiniz erkek karakter:
ne olarak sevdiğim? misal scrubs'ın dr cox'ı da olabilir, aragorn da olabilir, ortadaki malcom da.

en sevdiğiniz ressam:
gustav klimt.

en sevdiğiniz müzisyen:
dolores o'riordan

bir erkekte en sevdiğiniz özellik:
espri yeteneği(yapması yetmez benim espri yapınca da anlasın), dürüstlük, içtenlik, mertlik, hoşgörü (daha sayayım mı?)


yapmaktan en mutlu olduğunuz iş:
(şu sıralar) oğluşla havuzda oynamak

en sevdiğiniz renk:
en sevdiğime karar veremedim hiç; mavi ve fuşya şu aralar gözdem.

en sevdiğiniz çiçek:
hanımeli

tarihte en sevmediğiniz karakter:
saruman

nasıl ölmek isterdiniz:
acısız

hayattaki sloganınız:
çok işim var

şu anki ruh haliniz:
yorgun


oh be. uzun bi liste aradan kırptıklarım oldu ama altında kalmayalım.
topu eva, dereotundannefretederim ve aydınkoza ya atıyorum. aynen topun bana geldiği gibi atıyorum: ben almiyim diyen varsa ısrar yok, bazen bayabiliyo bu mim işi.