23 Temmuz 2009 Perşembe

ayni denize giriyoruz ya ondan herhal

yunanlilardan bi farkimiz olmadigini bi kez daha gordum. tipimiz ayni, hal hareket, konusma, mimik, yeme, icme kulturu, bazi kiroluklarimiz, kotu pis aliskanliklarimiz...
3 gunde gordugum bize benzer manzaralar:
sokakta ayiptir soylemesi cisini yapan adamlar (3 gunde 3 tane gordum hem de gunduz vakitlerinde)
bedensel engelli dilenciler
kirmizi isikta duran arabalarin camini silenler
kafede, restoranda otururken gelip cicek, gece lambasi, porno cd, biblo vs satmaya calisanlar
bickin taksi soforleri
alaturka tuvaletler
nazar boncuklari
musakka (ve daha bi suru patlican yemegi), cacik, pirasa, lokma, uzo gibi bizimle tamamen ayni ya da cok benzer tadlar
yol sorunca el kol hareketleriyle bir kac farkli yoldan tarif edip, hatta onunla da yetinmeyip sizinle yolun kosesine kadar gelen insanlar
sokaklarda surunen komando, bisikletli adam vs gibi oyuncak satan isportacilar
20 m uzakliktaki yaya gecidine gitmeyip trafige aldirmadan gecmeye calisan yayalar
sari yanar yanmaz kornaya basan soforler
veee en sinir oldugum seylerden: yan kesicilik


evet arkadasimin cep telefonunu otobuste kasla goz arasinda yuruttuler. otobuse bindiginde cebindeydi, ayakta gecen 10 dk. otobus yolculugundan sonra indigimizde telefon yoktu. gercekten sinir etti bu durum bizi.
kisacasi hic yabancilik cekmedik evelallah diyor ve bitiriyorum.

21 Temmuz 2009 Salı

Thessalononiki


selanik denilen yer bildigin Izmirmis. sicak ayni sicak, evler, insanlar, binalar benzer. sahil kenari sanki alsancak. daha once transit gecip hicbi sey gorememistim, ama bu geliste oldukca begendim. atanin evine gittik ama kapanmisti. sonraki gunler bakicaz. aksam sahilde biramizi icip sohbet ettik arkadasimla. sapsalliklarimiza gulup, gelecek planlari yaptik, projelerimizi konustuk. kongre? o da fena degil. dun sunumumu yaptim. iyi gecti. ilk gun sunum zaten en iyisi bence. sonra bi rahat oluyosun.
iste budur durum.

selanik muhabiriniz bildirmeye devam edecek.

19 Temmuz 2009 Pazar

istanbul

istanbul'dayım. transit geçicem burdan. aslında bugün yazma niyetlisi değildim. ama afet'e ce-e diyim dedim. kendine iyi baksın arkadaşım. hersey güzelleşecek.
kahvaltıya bekleniyorum blog. görüşürüz.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

I am the passenger

yine düşüyorum yollara. bu kez daha uzağa. oğluşumdan ayrı yaklaşık bir hafta uzaklarda olucam. ondan ilk kez bu kadar uzak olucam... annesi babası olmadan geçireceği en uzun süre şu ana kadar...
ardından oğluşu alıp yakınlara gideceğiz.
belki arada bi yerlerde yazarım blog. kendine iyi bak.



I am the passenger
and I ride and I ride

16 Temmuz 2009 Perşembe

zamlar zamlara, zamlar zamlara karışır.

dün akaryakıta da zam gelmiş. ey ekonomistler, bütçe açığını kapatmak için başka çözüm bulunamaz mı? ne kadar zam almıştık ki zaten. kaşıkla verip kazanla geri alma gibi oldu artık bu iş.

Les Jours Tristes


bayıldığım bir şarkıyı sözsüz olarak koymuş afet-i devran bugünkü yazısında. sözleri de beni gaza getirmiştir çoğu zaman. ben de sözlerini de yazayım, bizim etkileşimli yazışmalar devam etsin yine :)

It's hard, hard not to sit on your hands
And bury your head in the sand
Hard not to make other plans
and claim that you've done all you can all along
And life must go on

It's hard, hard to stand up for what's right
And bring home the bacon each night
Hard not to break down and cry
When every idea that you've tried has been wrong
But you must go on

It's hard but you know it's worth the fight
'cause you know you've got the truth on your side
When the accusations fly, hold tight
Don't be afraid of what they'll say
Who cares what cowards think, anyway
They will understand one day, one day

It's hard, hard when you're here all alone
And everyone else has gone home
Harder to know right from wrong
When all objectivity's gone
And it's gone
But you still carry on

'cause you, you are the only one left
And you've got to clean up this mess
You know you'll end up like the rest
Bitter and twisted, unless
You stay strong and you carry on


It's hard but you know it's worth the fight
'cause you know you've got the truth on your side
When the accusations fly, hold tight
And don't be afraid of what they'll say
Who cares what cowards think, anyway
They will understand one day, one day.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

bu ne enflasyon oranı, bu ne zam!!!

görev pasaportu için yaklaşık 1 ay öncesinden beri emniyetin kapısını 3 kez aşındırmış olmama rağmen, ancak 15 temmuzda alabilirsin diye geri çevriliyorum. ve 14 temmuz akşamı şu ZAMMMMMMMM haberini duyuyorum. zam ki ne zam. yüzde 50; yarısı kadar zam yani. iki pasaporta 180 ödemek yerine 270 ödedim. bu parayla oğluşuma da alabilirdik pasaport.
niye açıklanan enflasyon oranının bilmem kaç katı zam yapılıyor. aynı yılda 2. zam niye? offf offf.

gusura galma bacım, yaptık bi yamuk!

http://www.ntvmsnbc.com/id/24983407/

kurtçuklar'ın özründen daha anlamlı olan güvercin elli kadının onlara CD hediye etmesidir. ben demiştim di mi müzikle tedavi lazım bunlara diye. CD nin kapağında "cemaatlerinizde 1 ay süreyle günde en az 16 saat dinleyiniz. ayın sonunda başka CD gönderilecektir" yazmaktaymış.
bakalım arınmaları ne kadar sürecek.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

yuh artık be!!!!

yazıp silip durdum yazdığım giriş cümlesini. nasıl desem ne desem bilemedim, günay'ın bile "ilkel yaratıklar" dediği solucanlara.
hiçbirinizde mi akıl yok, hepiniz mi koyunsunuz, bu kadar mı safsınız (olabilecek en hafif kelimeleri bulmaya çalışırken zorlanıyorum gerçekten).
onlara haykırmak istiyorum:
1. oranın kutsal mekan olduğunu nerenizden uydurdunuz?
2. sizce orda ilk kez mi alkollü içecek içiliyor? sarayken de müzeyken de kimbilir kaç metreküp alkol tüketilmiştir şimdiye kadar.
3. tüm bunlarla idil biret'i suçlamak niye? bu tip olayların organizasyon meselesi olduğundan haberiniz yok mu kardeşim? o mu gitti şarap firmasına gelin sponsor olun diye yalvardı? (hayır öyle bile olsa size ayrıca). o naif, kibar, alçakgönüllü kadını bi kez dinleseniz, konuşmasını, oturup kalkmasını görseniz belki melek diye nitelendireceksiniz ama nerde sizde düşünüp, sorgulayaıp, tanıyıp, öğrenip akıllıca hareket etmek. birileri idil biret'i hedef gösterdi; tamam. kim olduğunun önemi yok. yarın biri ananızı hedef gösterse onu da sorgulamazsınız siz.
4. zina ne iş? zinanın kralı o mekan sarayken yapılıyodu büyük olasılıkla.

başları olacak mavili kin nefret saçan bakışlı kuklaya baktıkça insanlık adına üzülüyorum, utanıyorum...hepsinin müzikle tedavi edilmesi gerektiğini düşünüyorum. hepsine yıllarca idil biret dinletilmeli. o kin, nefret, öfke dolu ruhları arınır da yüzlerine nur iner belki.

5 Temmuz 2009 Pazar

Microsoft Office’in bilmişlikleri

Yuvamdan uzakta biraz tatil, biraz çalışma, biraz dinlenme, biraz oğluşumla oynama tadında günler geçiriyorum. İnternetten uzağım. Dizüstüm yanımda yanımda olmasına ama internet erişimimim yok. Boş bir word belgesi açıp blog yazılarımı gün be gün yazıyım tatil dönüşü aktarırım dedim ve başladım yazmaya. Bu blogda konuşma diliyle yazıyorum. Normalde önem verdiğim noktadan sonra büyük harfle başlanır gibi bazı imla kurallarına fazla kulak asmıyorum (de’leri ayr/bitişik yazma gibi anlamı değiştiren şeylere elbette dikkat ediyorum). Ama word izin vermiyor benim kendi tarzımda yazmama. Bi cümleye başlıyorum ilk kelimeyi yazmayı bitirdiğimde bakıyorum ilk harfi büyütmüş hemen. Sana ne kardeşim!!! Sen yanlış olduğunu düşünüyorsan beni uyar, altını çiz bi şey yap. Ben karar vereyim doğru mu yanlış mı olduğuna.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Böyle Biter Senin Marşın

Hastalıklı olduğunu düşündüğüm bir yanım var (Aslında bi çok yanım var ama bu yazımda bunlardan birinden söz edicem). Uzun yola çıkarken sanki o yolculukta ölecekmişim hissi oluyo her seferinde. Kendimi ikna etmeye çalışıyorum öyle olmadığına. “Geçen sefer de aynı his vardı ama noldu sapasağlam buradayım. Demek ki bu duygu gerçek değil” gibilerinden kendi kendime terapiler yapıyorum ama ya bu sefer gerçek olursa diye bi iç ses duyuyorum hemen ardından. Ya ne cins bi duygudur bu yıllardır peşimi bırakmadı gitti. Küçüklükten beri büyüklerimden duyduğum “ölüm var zulüm var, yola çıkmadan evi sanki dönmeyecekmiş gibi toplayalım, yola çıkmadan helalleşelim” vs. sözlerin etkisindeyim sanırım. Aslında bu duyguyu abartmadan yaşadığın sürece bir problem yok galiba. Şu sıralar sık olmasa da sık sık yolculuk yapan bir insanım aslında ama bu yolculuk fobisi geçmedi gitti. Yine yola çıktım sabahın köründe, dünden beri aklımdaki bu hastalıklı düşüncelerle. Sağ salim vardık hedefe. Bakalım dönüş nasıl olacakkkkkkkkkkk:)
[günün fon müziği dumanlı "toprak olur gider naşın, ardından ağlaşın"]

atta

atta gidiyorum. 9 gün yokum buralarda.
hadi baş baş.

2 Temmuz 2009 Perşembe

hayat ne bayat

sıkım sıkım sıkıldım. acayip sıkıcı bi insan oldum. kendimden bile sıkılmaya başladım.
okul kapandı ama tatil olmadı gitti bana. ne evdeki ne okuldaki işleri rayına oturtabildim. yavru kuşumla istediğim gibi ilgilenememek de cabası. eskiden gece filan çalışırdım adam gibi. şimdi tavuksu bi yaşam tarzına doğru kayış içindeyim. akşam 9 olduğumu koltukta uyumaya başlıyorum. saat 10 yatağa kon olayını çoktan geçtim yani.
offf...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

lost lost diye nice nicesine sarıldım sine sarıldım

tnt lostu baştan vermeye başlamış. geçen gün 1. sezon ilk bölümü izledim. güya yapımcılar tüm soruların yanıtlarının % 70 i bu bölümde demişler. ben hiç bi soruya yanıt bulamadım şahsen. hatta yeni yeni sorular geldi aklıma.
şu ana kadar gösterilen tüm bölümleri izleyince daha bi şüpheyle bakıyo insan tabi. mesela sanki jack adaya ilk kez düşmüş gibi görünmedi gözüme. soğukkanlı hareketleri dr olmasından mı yoksa daha önceki gelişlerini hatırlamasından mı bilemedim. hatta uçağın düşeceği sırada rose'u sakinleştirmeye çalışan sözlerini filan yadırgadım.
bi de vincent acayip kıllandırdı bu izleyişte. ilk izlediğimde aman ne cici köpüşmüş filan dediğim hayvan sinsi sinsi bakıyomuş gibi geldi. sanki bir şeyler biliyomuş gibi bakıyo. jeykıbın ya da jeykıbın rakibi sakallı adamın ruhu vincentin içine girmiş olmasın diye düşünüyo insan. bi alakası var mı bilemiyorum ama jeykıbın kulübesinde bi kuçu kuçu resmi vardı son sezonda.
bu ilk bölümün beni en çok geren sahnesi ne uçağın düşüşü, ne uçak enkazının yıkılırken claire'in göbişine düşeceği korkusu, ne pilotun bilinmeyen bi şey tarafından kan revan içinde bırakılması, ne gaipten gelen sesler. en çok gerildiğim an john locke'ın kate'e bakıp gülümsemesi ve ağzını açınca turuncu bi şey çıkması. insan birden canavara dönüeceğini sanıyo. ağzındakinin meyve olduğunu anlayana kadar tırsıyor. john lock'ın cins bi adam olduğu sinyallerini orda vermiş adamlar.

denk getirirsem tüm bölümleri baştan izleyip üstünden geçmeyi düşünüyorum. yeni yorumlarla karşınızda olucam efenim.