1 Mart 2010 Pazartesi

Haarlem I

derler ki NY'daki Harlem’in adı Haarlemden gelmekteymiş. hatta NY'a ilk yerleşenler Amsterdam’dan gidenler olduğundan buraya da zamanında New Amsterdam demişlermişmiş. benim anlamadığım bu insancıkların neden bu güzelim Haarlemden çıkıp NY’ye gittiğini. sen bu masal kentini bırak teee oralara git olacak iş değil kanımca.

neyse efenim yazıcam dedim dedim yazamadım. borçlu kalmayalım. buyurunuz:

sabah henüz güneş doğmadan vardık otele(güneş daha geç doğuyo tabi bize göre). otel koskoca St. Bavo kilisesinin arkası. kilisenin ışıkları, hafif sis, kanallar, yer yer kar birikintileri, donmuş su birikintileri, ateş tuğlası evler, çocuk kitaplarındaki resimlerden fırlamış mimarı, mis kahve kokuları… sanki taksici bizi bi masal ülkesine getirdi gibi hissettik. otel resepsiyonundaki antika niteliğindeki bi sürü eski eşya bu masal sarhoşluğumuzu perçinledi. odamızın anahtarını aldık çıktık odaya. daha doğrusu oda sandığımız aparta. oda diye rezervasyon yaptırmıştık ve ortalama bi oda parası ödemekte anlaşmıştık ama tamamen eşyalı yatak odası, salon, mutfak, kiler, banyodan oluşan, biri St Bavo kilisesi manzaralı iki balkonu olan bir apart kiralamışız meğerse. İçeri adım atar atmaz iyice rüyada hissettik kendimizi. eşyalar çok tanıdıktı; koltuklar, eskitilmiş tarz dolaplar, etejerler, vs nin hepsi. etiketine bakmadan tanıdık bi sürü şeyi. etiket dediğime bakmayın marka conconu filan değilim (bu ne demek onu ben de bilmiyorum inan :) altı üstü ikeadan hepsi ama tanıdık oluşu çok sıcak geldi. kendimizi evimizde hissettik. yukarıda saymadıklarım dışında ocak, bardaklar, tabak, kaşık, çatal vs tüm eşyalar da aynı şeyi hissettik…. [DVD oynatıcı(evet o bile vardı) vesteldi bu arada.] o fiyata böyle bi yeri kiraladığımıza inanamadık. ayrılırken bi yanlışlık olmuş, sizden 2 katı para kesicez demelerini bekledim korkarak (hep bi tırsaklık, hep bir tırsaklık...offf).
daha otele yerleşemedik gördüğünüz gibi…. ama kaldığımız yerin apart oluşu bu geziyi daha özel kıldı gerçekten. bi otelde kalıyor gibi değil sanki orada kendi evimizde yaşıyormuşuz gibi hissettik. albert hejin torbalarıyla eve gelip, aldıklarımızı dolaplara yerleştirmek, kendimizin hazırladığı kahvaltıyı st bavo kilisesi manzarasında yapmak, bazı akşamlar tv kanallarından scrubs, dharma & greg, mallcom in the middle, how I met your mother'a rastgelip bişeyler içip tv izlemek, marketten aldığımız yeni lezzetleri keşfetmek filan. oranın bi parçasıydık sanki.
neyse dostlar, uzun lafın kısası haarlem’e ba-yıl-dık. burada yaşasak, oğluşu burada büyütsek ne güzel olurdu dedik. sokaklarında yürümek, meydanlarında oturmak, sokak çalgıcılarını dinlemek, pazarından alışveriş etmek, kanallara paralel bisiklet sürmek, bit pazarında eski eşyaları karıştırmak, oğluşu müzelere götürmek ne güzel olurdu gerçekten. yeteri kadar küçük, yeteri kadar da büyük bi yer. daha açığı büyük şehrin koşuşturmacasını, stresini yaşatmayacak kadar küçük ama sıkılmayacağın kadar da büyük bi yer. hollanda’nın tamamında öyle olduğu söylendiği üzere yediden yetmişe herkesin birincil ulaşım aracı bisiklet. çocuklar gün ağarmadan bisikletlerinin ışıklarını yakıp okula gidiyorlar, hem de o soğukta! bisikletlerinin önündeki el arabası büyüklüğündeki tekneye iki çocuğunu sığdıran babalar, çocukların üstünü şeffaf bi örtüyle örtüp işten önce onları okullarına bırakıyorlar. incecik topuklu, ince çoraplı anneler bebeklerini bisikletlerine bindirip çocukevlerine bırakıyor (yağmurda bile!) sonra da işlerine gidiyorlar. karşılaştığınız herkes (otobüs şöföründen, bilet satıcısına…) en az sizinle anlaşacak kadar İngilizce konuşabiliyor. velhasıl bi gelişmişlik, bi refah, bi rahatlık ki gıpta etmemek elde değil. -kentimde belediye büyük bi altyapı hamlesiyle kazılmamış sokak bırakmadığından, kazdıklarını da bir türlü kapatmadığından, 10 dklık yolu en az yarım saate gidebildiğimden, kente değil köyde yaşadığımı düşündüğümden- sadece sokakları bile bana gelişmişlik hissi verdi. gelişmişlik ama samimiyeti sıcaklığı çocuksuluğu masalsılığı yitirmemiş bi gelişmişlik.
daha ne olsun?

8 yorum:

  1. tatil ihtiyacımın pik yaptığı şu günlerde bunları okumak çok iyi geldi vallahi.
    ama daha temmuza ağustosa çok var. :(

    ellerine sağlık,fotolar da pek güzel.. :)

    YanıtlaSil
  2. :) Ben de bayiliyorum Haarlem'e. Gerci NY ve Harlem'i de ayrica cok severim ama isim ve bahsettigin tarihsel alip vermeler disinda hicbir benzerlik yok tabii...

    YanıtlaSil
  3. civılcım,
    tatil ihtiyacı hiç bitmiyo ben de tatil dönüşü bile!

    YanıtlaSil
  4. Amsterdam güzeli,
    ne şanslı insansın... hadi gidiyim desen 30 dk ya ordasın di mi? ne güzel!!!

    YanıtlaSil
  5. Cok sukur sekerim...ama insan da uzaktakini ozluyo iste. 30 dkya haarlemdeyim, ben de 20 dakikaya bogaz kenarinda olmayi ozluyorum :) Gonlumuz ferah olsunnn gerisi bos!

    YanıtlaSil
  6. haklısın şekerim :)
    "bi yeri seversen orası dünyanın en güzel yeridir. amma dünyanın en güzel yerini sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir." dedi ya belediye başkanı nazmi, doğru dedi yani. bi de özlemekten filan bahsetseydi o sözünde tam dediğine getirecekmiş aslında :)

    YanıtlaSil
  7. ben büyüyünce gitcem buralara..

    YanıtlaSil
  8. totay,
    yorumlarında da totoloji sanatından örnekler vermen, benim için gerçekten yol gösterici oluyo.
    izindeyim.

    YanıtlaSil

bu yazıyla ilgili diyecek bi şeyin varsa çekinme buyur, içine atma, hastalık bulursun sonra benden söylemesi: